Müslüman dünya maalesef çok ağır bir imtihan sürecinden geçiyor. Haçlı müttefikleri her zamankinden fazla birlik ve beraberlik içerisindeler. Sınırları kaldırmış, ortak para kullanımına geçmiş, yekvücut olmuş bir şekilde Müslüman coğrafyanın her bir yerine farklı zamanlarda, farklı şekillerde saldırmakta, ağır kayıplar verdirmektedir.
Sadece son kırk yıllık süreçte; Afganistan, Çeçenistan, Doğu Türkistan, Keşmir, Açe-Sumatra, Irak, Bosna Hersek, Sudan, Suriye, Lübnan, Mısır… Son olarak da Gazze!
Bunların yanında Türkiye, İran gibi ülkelerde darbe girişimleri ve terör faaliyetleri tertipleniyor. İttifakları sürekli değişse de sömürü, zulüm, kıyım ve katliama dayalı zihniyetleri değişmiyor. Afrika’da yeraltı ve yer üstü kaynakları sömürülmedik ülke bırakmadılar. Uzak doğu için de, Ortadoğu için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.
İngilizlerin hemen her yerde ikinci ortak olduğu bir paylaşım var. ABD, Fransa, Rusya, İspanya, Portekiz, İtalya, Almanya… Haçlı güçlerinin herhangi bir ahlaki arayışı da yok. Hemen her yerde açlık, zulüm, ölüm, soykırım. Cezayir’i hatırlayın. Ve Çeçenistan’ı. Ve Bosna Hersek’i. Doğu Türkistan’ı, Somali’yi, Hindistan’da Müslümanlara yapılanları, Avrupa’da reva görülenleri hatırlayın.
Pekâlâ, Müslüman dünya ne durumda? Bunca ölüme, zulme karşı nasıl bir tutumları var? Müslüman ülkelerin birbirleriyle olan ilişkilerinden önce kendi iç dinamiklerine bakalım: Mezhep, cemaat, parti, aşiretler birbirlerine karşı adeta düşmanlık besliyorlar. Bu sayılan unsurlara adeta dinin ve ümmet kavramının önünde bir önem atfediliyor. Birbirlerine karşı öylesine acımasız ve merhametsiz olabiliyorlar ki, çoğunun yabancı servislerce yönlendirildiğinden şüphe etmemek mümkün değil.
Batılı yaşamı, sanatı, düşünceyi kendi değerlerinin önünde gören bir kitlenin mevcudiyeti, Müslüman ülkelerin en büyük sıkıntılarından biridir. Bu kitle, uyuşturucu, alkol, zina, faiz gibi haramlara bulaşma oranında batılı olan birçok ülkeyi geride bırakmış durumda. Ülkenin değerleriyle ilgili en ufak bir değer ön plana çıksa ‘şeriat geliyor’ diye ortalığı velveleye verirler. Bu kitlenin en büyük özelliği bulundukları ülkenin bürokrasisini ellerinde bulundurmasıdır.
Müslüman ülkelerin hemen hepsinde batılı ülkelerin koruyup kolladığı bir terör örgütünün var olduğu görülmektedir. Kendi iç işleriyle uğraşmak zorunda olan ülkeler, sürekli batıya muhtaç yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Batı ile uyumlu olmayan bir durum oluştuğunda, türlü tehditlerle hizaya getirilirler.
Tüm bunlarla baş etme gayretini gösterme yeteneği ortaya koyan Müslüman ülkelerde, oluşturdukları müesses nizamın emrindeki derin yapılarla darbe yapmaya çalışırlar. Bu derin yapılar, kamunun bir çok köşe başını, medyayı, iş dünyasını ellerinde bulundururlar. Hatta bir kısmı, tabelası itibariyle ‘sivil toplum’ olarak gözüken kimi kuruluşları bile bu tür işlerde kullanırlar.
Maalesef kendi içinde bu handikaplarla boğuşan Müslüman ülkeler, uluslararası ilişkilerde de daha farklı bir tutum ortaya koyuyor değillerdir. Birçok ülkenin liderleri, zaten kendi halkına ihaneti, batılı efendilerine karşı bir vazife olarak görmektedirler. İslâm işbirliği Teşkilatının işlevsiz hale getirilmesi bunların eliyle olur.
Batının sınırları kaldırdığı bir dünyada, Müslümanlar aralarına Çin Seddini anımsatan duvarlar örmüşlerdir, örüyorlar. Özellikle Arap coğrafyasında, liderlerin çoğunun akrabalık ilişkileri, özgürleşme yerine birlikte köleleşme anlayışını doğurmuştur. Müslüman coğrafyasının trilyonlarca dolarını batılı ülkelere peşkeş çekerek tahtlarını koruma yolunu tercih etmişlerdir, etmeye devam ediyorlar. Müslüman ülkeler birbirleriyle geliştirdikleri özel ilişkileri bile efendilerinden izin almaksızın yapamazlar, yapamıyorlar.
Türkiye, İran, Katar, Yemen ve Lübnan gibi özgürlüğünü ilan ettiğini beyan eden ülkeler de yok değil. Bunlara biraz Pakistan, Afganistan, Malezya gibi ülkeleri de ekleyebiliriz. Ancak, maalesef bu ülkelerde sınırlı bir birliktelik sergilenebilmiştir. Güçlü bir birliktelik, bölgeyi hatta dünyayı bile yeniden dizayn edecek sonuçlar doğuracaktır.
Haçlı güçlerindeki beraber hareket etme kabiliyeti karşısında Müslümanların dağınıklığı, Filistin’de haçlı güçlerinin pervasız soykırımlarına bir yenisini ekleme olanağı sunmuştur. Konvansiyonel silahlar, açlık, susuzluk, ilaçsızlık gibi yöntemlerle bir halk göz göre göre yok edilmektedir.
Satılmış liderlerle, yüreği yanan halklar arasındaki uçurum giderek artmıştır. Batılı ülkeler ve satılmış liderler şunu iyi biliyorlar ki, Gazze galip gelirse, sıra kendi saltanatlarındadır. Onun için el birliği ile Gazze direnişini Mahmut Abbas’la beraber yok etmeye çalışıyorlar.
Şunun farkında değiller. Pandora’nın kutusu açıldı. Dönüşü olmayan bir yola girildi. Filistin halkı ne kadar zarar görürse onların saltanatı o kadar çabuk yerle bir olacaktır. Kendi halklarına uyguladıkları baskı ve zulüm, onların sonunu hızlandıracaktır.
Batıya gelince; karşılarında her gün ölen ve ölmekten korkmayan, kaybedeceği hiçbir şeyleri olmayan soylu direnişe karşı, asla alışmış oldukları konforlarıyla baş edemeyeceklerdir.
Zaman gelip geçiyor. Allah mühlet vermekte. Hiçbir güç onun gücüyle baş edemez. Ve O mutlaka nurunu tamamlayacaktır.
MÜLKİYE EGEMEN MAARİF MODELİ
MEB’DE TAHTANIN YENİ YAZBOZU ORTAK SINAVLAR MI?
Çanakkale-Gazze Hattında İnsan-ı Kâmili Aramak
Bizimle canlanacak nice umutlara doğru
Örgütlü olmanın bereketiyle birleştik, birleştikçe büyüdük ve güçlendik
Psikopatik zevzeklerin kuru gürültüsü
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
FİLİSTİN DİRENİŞİ, MÜSLÜMANLARIN GELECEĞİ VE EMPERYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ